ygafmin tarafından 5 Eylül 2012 tarihinde Hayata Dair Yazılar kategorisine eklendi.
Yazıyı okuyan kişi sayısı 64 ve yorum yapan kişi sayısı Yorum Yapılmadı.
Büyük Selçuklu Sultanlığı döneminde İran’ın ufak bir şehrinde tek oğlu olan dul bir kadın yaşıyormuş. Büyük Selçuklu Sultanlığı döneminde İran’ın ufak bir şehrinde tek oğlu olan dul bir kadın yaşıyormuş.
Dünya hayatının sonuna gelmiş olduğunu hissedince oğlunu çağırmış ve ona şöyle demiş: “Çok güçlük içinde yaşadık, çünkü fakiriz; ama sana büyük bir zenginlik emanet ediyorum. Onu bana güçlü bir büyücü hediye etmişti. İçinde muazzam bir defineye ulaşmak için gereken bütün işaretler mevcut. Benim bunu okuyacak ne takatim var, ne de zamanım. Şimdi onu sana emanet ediyorum.
Talimatları uygula, çok zengin olacaksın.”
Annesini kaybetmenin verdiği derin üzüntü geçtikten sonra oğul, o eski ve değerli büyük kitabı okumak üzere almış. Kitabın baş kısmında şöyle yazıyormuş: “Hazineye ulaşmak için sayfa atlamadan okuyunuz. Eğer hemen netice kısmına atlarsanız, kitap bir sihirle kendiliğinden yok olacak ve hazineye erişemeyeceksiniz.”
Bundan sonra ise uzak bir ülkede birikmiş olan zenginliğin miktarından bahsediliyor, ayrıca bu hazinenin bir mağarada çok iyi korunmakta olduğu da yazılıyormuş. İlk sayfalardaki Farsça metin bir yerde kesilmiş ve bundan sonrası Arapça devam ediyormuş. Kendisini şimdiden zengin olarak görmekte olan genç, başkaları da bu sırrı öğrenip, üstelik kendisine yanlış bilgi vererek hazineye sahip olmasınlar diye metni tercüme ettirmeye teşebbüs etmemiş. Onun yerine büyük bir ihtirasla Arapça öğrenmeye başlamış.
Sonunda metni mükemmel şekilde okuyacak hale gelmiş. Fakat bir noktadan sonra kitap Çince devam ediyormuş. Sonra da başka lisanlar geliyormuş. Genç adam azimle ve sabırla bunların hepsini çalışmış. Bu arada yaşamak için gereken parayı da bu öğrendiği lisanlardan temin etmeyi başarmış ve bir süre sonra da başkentin en iyi tercümanlarından biri olarak tanınmış. Böylece bir zaman sonra hayatı toparlanmaya başlamış. Birçok lisanda yazılmış bir dolu sayfadan sonra kitapta bu hazinenin nasıl idare edilmesi gerektiğine dair talimatlar varmış. Buraya geldikten sonra genç adam istekli bir şekilde iktisat ve ticaret öğrenmiş; ayrıca hazineyi bir kere ele geçirdikten sonra aldatılmalara maruz kalmamak için kıymetli metallerin ve mücevherlerin, menkul eşyalarının ve gayrimenkullerin değerlerini de belirlemeyi öğrenmiş.
Bu arada daha iyi bir hayat sürdürebilmek için de, öğrendiklerini uyguluyormuş. Hatta onun çok lisan bilen ve maliyeden iyi anlayan biri olarak şöhreti saraya, hatta sultana kadar ulaşmış. Ona önceleri bazı küçük vazifeler tevdi eden sultan, sonunda onu krallığın genel valisi olarak tayin etmiş.
Birçok önsözden sonra kitap sonuna doğru gereken daha teknik konulara giriyor ve büyük kapı nasıl inşa edilir, vinç nasıl yapılır, mağaraya erişmek için bocurgat nasıl kurulur, büyük taş kapılar açılırken, büyük taş kütleler nasıl çıkartılır, yol yapımında yolları düzlemek için dolambaçlı yerler nasıl doldurulur ve buna benzer konuları anlatıyormuş. Bu sırrını asla hiç kimseyle paylaşmayı düşünmeyen ve dolayısıyla hiç kimseden yardım almayan o dul kadının oğlu, böylece bilge ve sayılan bir kişi olmuş. Daha sonra mühendislik ve şehir planlamacılığı çalışmış. Nihayet kültürü çok takdir eden sultan, onu vekili ve sarayın mimarı atamış ve derken sonunda vezirliğe yükseltmiş.
Gerçekten tüm krallıkta onun kadar ilme yatkın, bizim hazine kitabını okuyacak kadar kabiliyetli bir kişi yokmuş.
Artık son sayfaya gelmiş ve hatta bu son sayfayı okuyacağı aynı gün, şahın kızı ile evlenecekmiş.
En son yaprağı çevirip şu son cümleyi okumuş:
“Bilmek en büyük hazinedir.”
Yazar : Ali BUDAK