İNSAN ZEKASI ÜZERİNE BİR İNCELEME!

ygafmin tarafından 4 Eylül 2012 tarihinde Hayata Dair Yazılar kategorisine eklendi.

Yazıyı okuyan kişi sayısı 53 ve yorum yapan kişi sayısı Yorum Yapılmadı.

Hemen Başla

Hatta bunları belli gruplara göre sınıflandırmayı bile öğrenmiş. Üstelik bir fok için üçgen, otomobil veya muz gibi resimlerin hiçbir anlamı yok. Rocky buna rağmen özelliklerin değişebileceğini de kavramış. Yani aynı topun bazen küçük bazen de büyük olabileceğini biliyor.

Uzun yıllardan bu yana Rocky ile birlikte çalışan psikolog Ronald Schusterman’a göre bu yetenekler, dilin koşulu. İnsanlar sadece bu düşünce sürecini yerine getirebildikleri için gerçek topu, “top” sözcüğüyle tanımlayabiliyorlar.

Bununla birlikte hiçbir bilim adamı “gelişkin” hayvanlarda, bilinçli bir düşünme yetisinin varlığından söz etmez. Birçokları, “kurnazlığı” çağrıştırdığı için “zeka” yerine “kavrama” veya “idrak kabiliyeti” sözcüğünü tercih ediyor.

Çıkmaz yol mu?

Hayvanların zihinsel iç yaşamlarıyla ilgili tartışma adeta bir çıkmaz yola saplanmış gibi. Zihinsel durumları ve yetileri ya da duyguları anlatan terimlerin hiç biri bilimsel olarak tanımlanamamıştır.

Kelimelerin anlamı sürekli değişmekte. Zeka (intelligence) genelde sorunları çözme ve bağlantıları görme yetisi olarak açıklanmakta.

Fakat her problem düşünülerek çözülmüyor, hayvanlarda zekayı yansıttığı sanılanların bir çoğu genlerinde programlanmıştır. Ayrıca zekanın farklı biçimleri söz konusu. Teknik görevlerde, sosyal görevlerden farklı yetenekler gerekli. İnsanlar arasında da mesela yabancı dil öğrenmekte zorlanan matematik dahileri vardır.

Konu, işin içine “bilinç” de girince iyice bulanıklaşmakta. Sözlüklere göre bilinç, düşünce veya anı gibi zihinsel koşullar gerektirmekte. Fakat bilinç için de aslında bağlantılı bir açıklama var sayılmaz. Alman nörobiyolog Andreas Kreiter, bilinç kelimesinin arkasında hatalı bir konseptin bulunduğunu söylüyor ve bilinç belki de belli bir bilgi işlem tipinin bir yan ürünüdür diyor.

İmkansız olan

İnsanın kendisini bir hayvanın yerine koyabilme imkansızlığına dikkat çeken bilim adamı Amerikalı filozof Thoman Nagel idi. Mesela bir yarasa gibi yaşamanın ne olduğunu asla tahmin edemeyiz.

Sadece rutubetli bir ortamda baş aşağı sarkarak yaşamanın bizim için hiç de dayanılır bir durum olmayacağını bilebiliriz. Dahası başka bir insanın bilincini bile öğrenemeyiz sadece hissedebiliriz. Fakat yine de tüm insanların bir iç dünyaya sahip oldukları kabul edilmekte.

Yarasalar, yönlerin, ses yansımalarına göre bulunduğu bir dünyada yaşıyorlar. O halde yarasanın bir ultrason bilinci mi var? Köpekler idrar koklayarak yaşadıkları bölgenin sosyal topografisini çıkarabiliyorlar. Buna göre köpeklerde idrar kokusu bilincinin bulunduğunu söyleyebilir miyiz?

Hayvan olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmek isteyenler, algılamalarındaki farklılıkları kavramalı. Yarasalara, köpeklere sorulanları sormak imkansız. Bu, körlerin önüne kağıda basılı bir zeka testi koymak gibi olurdu.

Bochum’daki Ruhr Üniversitesi nöro ve davranış biyologu Guido Dehnhardt, fokların duyu dünyasını araştırıyor. Bizimkinden bir milyon kez duyarlı olan koku duyusu sayesinde havadaki en küçük orandaki dimetil sülfiti bile koklayabiliyorlar foklar.

Fokların yeteneği

Yosunlar, minik planktonların besinidir, bunlar ise balıkların besini oluşturur. Foklar da balıklara bakarak planktonlarla beslenmeyi öğrenmişler. Foklar ayrıca suyun toz içeriğine göre en ince nüansların tadını bile alabiliyorlar. Bu foklar açısından büyük bir avantajdır, çünkü fokların besinleri genelde okyanus sularının üst üste bindiği sınır bölgelerinde yaşıyor. Ayrıca foklar, tuzun mesajlarını gayet iyi okuyabiliyorlar.

Hayvanların diğer canlılarla iletişim kuramamaları, içteki yaşama bakışı engellemekte. Foklar, suyun içinde insanlar dünyasında var olmayan izleri kaydediyorlar.

Şöyle, son derece duyarlı bıyıklarıyla, bir balığın suda bıraktığı titreşimleri üç dakika sonra bile algılayabiliyorlar. Bir fok olmanın nasıl bir şey olduğunu insanlar, bedenen bile hayal edemezler. Bir fokun duyuları algılayış şekli bile bu kadar farklıyken, iç deneyimi ve bilincine nasıl yaklaşabiliriz diyor uzman.

Ama buna rağmen fokların da bilincin bir ön safhasına sahip olduğundan emin. Mesela bir hayvanat bahçesindeki bir havuzda yaşayan fokların hepsi erkek olmasına rağmen, farklı kişiliklerden bile söz edilebilir, diyor Dernhardt. “Her hayvan görevlere farklı yaklaşıyor ve bireysel stratejiler geliştiriyor”.

Bir tür bilinç var

Hayvanların “bir tür bilince” ya da en azından “basit ön biçimine” sahip olduklarına İsviçreli zoolog Heini Hediger de inanıyor. Hatta primat araştırmacısı biraz daha ileriye giderek şöyle diyor:

“Eğer bilinç, kişinin kendi davranışları ve kararları üzerine düşünmek demekse, o halde hayvanlar buna muhakkak sahipler” diyor. Nörobiyolog Andreas Kreiter, ise hayvanlardaki bilincin insandan farklı olduğunu, insan ve hayvanın ortak yönlerinin spesifik olmayan korku, acı, doyum ya da iyi hissetme gibi temel duygular olduğunu vurgulamakta.

Doğabilimciler, diğer canlıların beyninde tam olarak nelerin yaşandığını bulamadıkları için tartışma, filozoflar arasında da hararetli bir şekilde sürmekte.

Descartes, hayvanları belli bir mekanizmaya göre işleyen saat gibi tarif etmişti, ancak bu tanımlamayı kabul eden kalmadı artık. Günümüzde örneğin John Searle gibi filozoflar, insan ve hayvan bilinci arasında bir sınır koymanın doğru olacağını savunuyorlar.

Bilincin en basit formu olan kendi bedeninin farkında olma yetisinde bile farklı bulgular elde edilmiş. Avusturyalı hayvan psikologu Heini Hediger, her yıl düşüp, yeniden büyümesine rağmen, geyiklerin, boynuzlarının genişliğini bildiklerini ama buna karşın kafalarında ömür boyu taşıdıkları boynuzlardan birinin kırılması halinde antilopların bunu fark etmediklerini saptamış.

Ulusal karakter?

Bize çok yakın olan türlerde bile hayvanlar hakkında kesin açıklamalarda bulunmak neredeyse imkansızdır. Bertrand Russel, Amerikalı ve Alman bilim adamlarının çalışmalarını okuduktan sonra alaylı bir şekilde hayvanların, gözlemleyenin ulusal karakterine uygun bir biçimde davranmadıklarını söylemişti. Amerikalıların deney hayvanları inanılmaz bir gayret sarf ederken, Alman araştırmacıların hayvanları, hareket etmeden oturuyor ve problemi nasıl çözeceklerini düşünüyorlardı.

Bir davranışın bireysel bilişsel süreçlerle mi işlediği yoksa Descartes’in saati gibi otomatik olarak mı çalıştığını bulmak çok zordur. Karmaşık davranış biçimleri, genelde kalıtımda programlanmıştır. Bunlar rastlantısal olarak oluştuktan sonra evrimsel rekabet sürecinde kalıcı olarak kalıtıma işleniyorlar diyor bilim adamları.

Nasıl bir zeka

Hormonlar veya çevresel bir uyarı istediğinde, bu davranışlar otomatik olarak yerine getirilmekte. Mesela karıncalar ölü hemcinslerini yuvalarından dışarı taşırlar. Hijyen açısından aslında gayet mantıklı bir davranış. Fakat bu işi yaparak tamamen robot gibi davranıyorlar.

Bilim adamları, normalde yalnızca ölü karıncalarda salgılanan bir asidi, canlı karıncanın üzerine döktüklerinde, karıncaların canlı olan hayvanı da dışarı taşıdıklarını görmüşler. Bu gibi davranışlardan yola çıkan davranış biçimcisi Conwy Lloyd-Morgan, bugün bile geçerliliğini koruyan bir ilkeyi formüle etmişti: Refleks ya da içgüdü gibi daha “kolay” açıklamalar dururken, hayvansal davranışlar zeka olarak yorumlanmamalı. Akıllı bir davranışın mutlaka bilinçli olarak yerine getirilmesi gerekmiyor.

Münster Üniversitesi’nden Norbert Sachser de mesela sincapların kışa hazırlık olsun diye yiyecek depolamalarını, genetik bir programa bağlıyor. Kimi bilim adamları bunu “ekolojik zeka” olarak açıklayarak, Wolfgang Wickler gibi şu iddialı soruyu soruyorlar:

Zeki olmak için gerçekten beyne ihtiyaç var mı? Ve buna yanıt olarak da arıların dansından, böceklerdeki alet kullanımına kadar minik beyinlerle ne kadar zor davranışların yerine getirildiğini gösteriyorlar. Ancak “ekolojik zeka” tezini destekleyenler yine de bunların planlı ya da refleksle gerçekleştiğini iddia etmek yerine, evrimsel süreçlerin, bilinci gerektirmeyen çözümler getirdiğini kanıtlamaya çalışıyorlar.

Neresi içgüdüsel?!

Tabii bireysel zihinsel yetiler ve zeka programı arasındaki farkı görmenin kolay olmadığı istisnalar da var. Mesela bilimsel adı İndicatoridae olan bal kuşu, arı larvalarıyla beslenir. Kuş, arılar tarafından korunan yuvaya ulaşamadığı için buraya girmenin yollarını arar.

Çözüm şudur: Kanatlarını çırparak ve tiz bir şekilde öterek balla beslenen bir porsuk türünü baştan çıkarak yuvaya gitmesini sağlar. Porsuk kovanları parçalayarak balı yer ve artanı da kuşa bırakır. Bunun içgüdüsel bir davranış olduğunu söylemek zor diyor uzmanlar. Kaldı ki kuş bu stratejisini insan da uygulayabiliyor. Örneğin bir arıcı, çalı bıçağıyla ağaca vurduğunda da kuş uçup geliyor.

Ve benzer davranışları bilim adamları şebeklerde de gözlemlemişler. Yavru şebek, yetişkin bir şebeğin çıkardığı kökleri elde etmek için sanki canı yanıyormuş gibi avazı çıktığı gibi bağırır.

Yavrusunun sesini duyan anne şebek koşa koşa gelir ve sözde yavrusuna zarar veren şebeği kovalar. Böylece yavru şebek lezzetli köklere kavuşur. Bunun bir rastlantı olduğunu söylemek imkansız çünkü, uyanık maymun bu davranışı sürekli tekrarlıyordu diyor bilim adamları. Burada ilginç bir şekilde maymunun yalana başvurduğu görülmekte. Maymun yalan söylemesini biliyorsa, düşünebilir de.

Peki fark ne?

Peki bu durumda insan ve hayvan arasında ne gibi fark kalıyor geriye? Mizah olabilir mi? Fakat Hediger bazı hayvanların mizah anlayışı ya da en azından başkalarına gelen zararlara gülmek gibi davranışlar sergilediklerini görmüş.

Bilim adamı Kenya’daki Milli Parkı’nda bir step şebeğinin vahşi köpeklerle nasıl dalga geçtiğini anlatıyor. Köpek sürüsü bir akasya ağacının gölgesinde uyumaya çalışırken, şebek ağacın tepesinden atlayarak köpekleri rahatsız ediyordu. Şebeğin her atlayışında köpekler, maymunu yakalamak için yerlerinden kalkıyor ama maymun yeniden ağaca çıkıveriyordu.

Maymun aynı şeyi beş altı kez tekrarladıktan sonra yabani köpekler, hayvanın peşinden gitmekten vazgeçmişler. Burada şebeğin amacının sadece köpekleri kızdırmak olduğunu anlamak için bilim adamı olmak gerekmiyor. Başkalarını kızdırabilmek için hayvanın, kendisini başkasının yerine koyma yetisine sahip olması gerekiyor.

Bir ekonomi anlayışıyla ilgili gözlemler de bilinçli davranış için kanıt olabilir aslında. Jersey hayvanat bahçesindeki orangutanlar ilginç bir şekilde bakıcılarla bir tür alışveriş sistemi geliştirmişler.

Eşyaya değer biçme

Ziyaretçiler kafese, şemsiye, anahtar, kamera ve vb gibi eşyalar düşürdüklerinde, maymunlar bunları yakından incelemek için topluyorlar. Bakıcı bu eşyaları geri alabilmek için onları yiyeceklerle ödüllendirince, maymunlar kısa bir süre sonra eşyalar için belli bir değer biçmeye başlamışlar.

Mesela bir çocuk eldiveninin karşılığı iki tane kuru üzüm, anahtar ise bir muz değerinde olmuş. Bu davranışı sergileyen maymunlar, kendilerini bit pazarında alışveriş yapan insanlar gibi mi hissettiklerini anlatabilseydiler ne iyi olurdu.

Bazı zoologlar ve filozoflar bu yetinin yokluğunu insan ve gelişkin hayvanlar arasındaki fark olarak açıklıyorlar. Konuşamayan canlılar belli bir zeka seviyesini asla ulaşamazlar.

Bu tezin en ateşli savunucularından biri de Noam Chomsky. Dilbilimci, evrensel gramerin tüm insanlarda doğuştan var olduğunu ve insanların bu sayede konuşmayı hızlı bir şekilde öğrendiklerini ve yaratıcı bir dil geliştirdiklerin söylüyor.

Chomsky aslında bu iddiasıyla haksız da sayılmaz. Bilim adamları maymunlara konuşmayı öğretmek için on yıllar boyu uğraşsalar da hiçbir zaman düşünce alışverişini yansıtan bir diyalog ortaya çıkmamıştır. Yani Chomsky’nin dediği gibi maymunlar yaratıcı bir dil geliştirememişti.

Yetenek tek yönlü ve değişmez mi

Sorun sadece dil de değil. Guido Dehnhardt, yunuslara üçgen, daire ve dörtgen arasındaki farkı öğretmek için üç ay boşu boşuna çabaladığını anlatırken, nörobiyolog Andreas Kreiter de Rhesus maymunlarına optik sinyalin yer değiştirmesinden sonra öğrendikleri bir görevi yeniden öğretmesi gerektiğini söylüyor. Oysa insanlar bildikleri bir şeyi yeni bir düzenlemede tanımakta hiç zorlanmazlar.

Tüm doğanın postlu ve tüylü Einsteinlarla dolu olduğuna dayanan ünlü bir kurgu, büyüleyici olabilir belki ama neredeyse hiç gerçek bir yanı yoktur.

Tamam bazı kargalar yeme ulaşmak için alet yapabiliyorlar, bazı ahtapotlar ve fareler ise karmaşık labirentlerde hayatta kalabilmek için belli başlı görevleri yerine getirebiliyor, ama tüm hayvanların yetenekleri yine de tek yönlü ve değişmezdir. Hem zaten doğa gerçekten de dahilerle dolu ise niçin sadece insan bu kadar gelişebilmiştir?

Zeka ve öğrenme yetisi aynı şey değil, diye açıklıyor Andreas Kreiter. Hayvanları doğru yerde yakaladığınızda, arı bile inanılmaz konumlamaya yetisiyle şaşırtıcı davranışlar sergileyebilir. Ama bu tür tek yönlü beceriler için reflekslerin bağlantısı yeterlidir.

Zihinsel duvar mı var

Evrim dehasının iş başında olduğu yerde, zekaya ve bilince gerek duyulmaz bile. O halde insan ve hayvan arasında zihinsel bir duvar mı söz konusu? Gerçi memelilerin duygulara sahip oldukları kesin diyen Norbert Sachser da önemli farklılıkların bulunduğuna inanıyor. Mesela şempanzeler sadece o anda kendisine yarayacaklarla uğraşıyorlar.

Ancak Leipzig Max-Planck Evrimsel Antropoloji bilim adamlarının bir süre önce Science dergisinde yayımlanan araştırmaları ilginç bir şekilde orangutanların ve şempanzelerin bile plan yaptıklarını gösteriyor. Hayvanlar, saatler sonra işlerine yarayacak bir aleti 14 saat kadar önce yanlarına almayı öğrenmişler.

Sachser, insan ve hayvan arasındaki genel farkın alınan kararlardaki özgürlük derecesi olduğu kanısında. İnsan, evrimsel liyakatine karar verebiliyor. Mesela çocuk yapmama, sarhoş olma ya da uç sporlar yapma gibi seçimler yapabilmekte.

Oysa bir hayvan her zaman evrimin üreme kuralını yerine getirmek için çabalar hatta bu uğurda acı ve ölümü bile göze alır. Başka bir seçimi yoktur. Bilincin varlığıyla ilgili soru sadece gelişkin omurgalı hayvanlar için geçerli olabilir. Solucanlar ya da salyangozlar için günümüzde de Descartes’in saat modeli pek hatalı sayılmaz.

Aslan konuşsaydı

Ama kim bilir belki kendi kavrama yeteneğimiz yetersiz olduğu için omurgasız hayvanlardaki kavrama yeteneğinin de yetersiz olduğunu düşünüyoruzdur.

Z.Wissen’de yer alan araştırma yazısına göre (04/2006) “Hayvan olmak nasıl bir şey” sorusu daha uzun bir süre sadece hipotezler ve teorilerle yanıtlanabilecek. Ayrıca Ludwig Wittgenstein’ın diğer canlıların sübjektif deneyimlerini anlamamanın imkansız olduğu kanısı da bir süre geçerliliğini koruyacaktır. “Bir aslan konuşabilseydi, bizler onu zaten anlayamazdık” demişti Wittgenstein.

Yoksa bilim adamları olaylara gereğinden çok daha karmaşık mı yaklaşıyorlar? Norbert Sachser, çocuklara tavuklar ve köpeklerle ilgili bir film göstermiş: Bakıcılar çitin önüne yem koymuşlar. Tavuklar çitin arkasından yeme ulaşmak için boşu boşuna çabalarken, köpek bir iki metre ilerdeki açıklıktan çıkarak yeme ulaşır. Çünkü köpekler, çocuklara göre düşünebiliyorlar. Kim bilir belki de olay bu kadar basittir? !

Konuya ait etiketler

Görüşlerinizi bize yazın