ygafmin tarafından 3 Eylül 2012 tarihinde Sevgiliye Mektup kategorisine eklendi.
Yazıyı okuyan kişi sayısı 76 ve yorum yapan kişi sayısı Yorum Yapılmadı.
Gecenin karanlığa en müsait, karanlığın sabahın ışıklarına en akraba
saatlerindeydi..genç kadın kalabalıklardaki yalnızlığınd a öylesine mutsuz
ve öylesine ağır bir kederdeki, kendi iç dünyasıdnaki minik deniz kızına
sarılmış ve onu çeken okyanus kıyısında gezinmeye çıkmıştı..bir elinde
yalnızlığı, dier elinde yudum yudum içtiği şampanyasıyla, geceyi paramparca
eden bembeyaz elbisesinin uzun eteklerinin altında minik minik çıplak
ayakları ıslak kumlarla sevişircesine nereye gittiğini bilmezbir rotasız
gemi misali ilerlerken, yüreğinden taşan göz yaşları genç kadının
yanaklarından süzülüyordu usulcana…yukarıda dolun ay, yıldızlar, köpük
köpük dalgaların türküleri kulağında, ve o türküye vokal tutan ruzgarın
sesine karışan, cır cır böceklerinin nağmeleri…
ıslak gözlerini ay ve deniz köpüklerinin sihri yakamozlardan alamıyordu ve o kumsalın onu nereye götürdüğünüde pek umursamıyordu hani…yalnızdı yapayalnız…içindeki deniz kızı, dolun ay, yakamozlar, dalgalar ve cır cır böcekleriyle adam gibi
yalnızlığın tadındaydı..inceden sicim gibi yağan yağmurda silik geçmişini
yıkıyordu sanki üşümeye başladığını hissediyordu genç kadın ve ağaçların fısıl fısıl
dedikodulaşmalarını duyuyordu ıssız yüreğinde…
işte o kumsalın sonlarına yaklaşmışken üşüyen yüreğiyle bir anda bır ışık, hıckırık, frak etti ve usulcana sese kumsal ateşine yöneldi…köhne bir kayığa sırtını dayamış
beyaz gömlekli gen bir balıkçının ardından yaklaştı gençkadın..önce o
atlantis yürekli şiirlerle dans edip türküler okuyan adamın kumsal ateşinde
yüreğini ısıtıp şampanyasından bir yudum daha içti…ve genç adamın içinde
binlerce kıpırtı, adrenalin çarpıntısıyla, aynı dolun aya, aynı dalgalara,
aynı yıldızlara ve yakamozlara yalnızlığın ona verdiği cesaretle ağlıyor
şiirlerini türkülerini paylaşıyordu davetsiz misafirden habersiz…belkid
eparasızlığındandı adamın ucuz bir kırmızı şarap içmesi…ve gen ç adam
engin okyanusun yetkin ufkuna doğru fısıldaması…
NEREDESİN NEREDESİN BE DENİZ KIZI….
adam yanındaki iki kadehin boş olanına biraz daha şarap
doldurup yeni bir yudum alırken gözlerini dolu dier kadehe dikmiş içinde
yüzen deniz kızını düşlemişti…ateşin başında yeterince ısınan genç kadınsa
onun şiirleri türküleriyle duygularının doruklarına çıkmışlının verdiği
heyecanla salt teşekkür etmek adına şampanya şişesini adamın sağ omzundan
usulcana ona uzattığında, aniden irkilen genç adam ardına döndüğünde
ikisininde tek bir kelimeye cesaretleri kalmamışken gözlerinin mıh gibi bir
birine kilitlenmeisnden rahartsızlık duymayıp sadece birinin dieirnden
gözünü çekeceğinden duydukları endişenin yersiz olduğunu anlamaları hiçte
uzun sürmemişti…genç adam şampanya şişesini eline aldığında, yanındaki hep
dolu bekleyen kırmızı şarab kadehini ikram etti davetsiz misafirne…ve
kadın kayığın yanına adamın yüreğinin köşesine oturdu onunla..şiirlerle dans
eden adam en yasakladığı şiirlerine başladı göz yaşlarıyla, yanağından
süzülenler genç kadının kadehine damlıyordu aslında, ilk kez yalnız
olnmadığının kadında artık farkında, onun göz yaşlarıda adamın kadehinde
aslında…işte güneş okyanuusun en son çizgisinde yepyeni bir hayatın
başlangıcında merhaba diyordu onlara…adam ayağa kalktı kayığını denize
sürdü şimdi bir eliyle kayığını tutuyordu dier elini kadına uzattı…ardına
dönüp şehrin ışıklarına son bir kez bile bakmadı kadın…deniz kızı
atlantiseden gelen adamın gözleirnden müjganlarını tek bir an ayırmadı,
teredütsüz onun elini tutup nereye gittiğini bile sormadı…ve hala hiç
birinin dudağından tek bir kelime bile akmadı…uzun bir yolculuğun ardından
kimselerin bilmediği adamın gizli cennet dediği ıssız bir adaya
çıktılar…önce bir ev yaptılar..toprağı kazdılar ektiler…varsın tejnoloji
olmasın, varsın elektirik, su da olmasın faturaların olmayacağı
gibi…okulda yoktu doğacak çocuklarına öğretmen zaten onlardı..komşular
rahatsız olur endişesi duymadan çığlık çığlığa türküleri vardı…akşam
oldumu balık avlanmış toprak ekilmiş temizlik yapılmış bir hamakta koyun
koyuna grii gökyüzünde hafif hafif yarın doğmk için batan portakal rengi
güneşi aynı okyanus ufkunun çizgisinde izliyor bir birlerine türkülerle
şiirlerle konuşuyorlardı…beraber yaşlanabilecekleri uzun bir zmaanı
tüketmişler çocukları serpilip büyümüşler ve iki ihtiyarın sahilde el ele
gezmelerini gülen gözlerle izlemelerinde dünya gözünün dışında kadının
baktığı pencereden o buruşmuş kırışmış derisi yüz hatları olan adam hala ilk
gördüğü andaki genç balıkçıydı ve aynı şey o atlantisden gelen içinde
geçerliydi zamanın ilk bakıştıkları anda onlar için donduğunu salt ikisi
biliyor yaşıyordu…artık ihtiyar bedenleri yitirmek üzereydi
direncini…kadın usulcana bedenini terk edip kalbine girdi eşinin…o
devasa aşkın ağırlığı iki kat daha artınca ihtiyar adamın dizleride buna
fazla dayanamadı önce dizleri üstüne çöktü usulcana eğildi büküldü küçüldü
bir nokta kadar ufalıp sonrada pıt diye yok oldu elinden tuttuğu aşkıyla
sonsuzluğa…o muhteşem aşkı kimsenin bilmesine ihtiyaçları yoktu..iki
sonzuz aşk enerjisi el ele dier boyuttada zamanı donduracak kadar
güçlüydü…ruh eşler birbirini öyle yada böyle bulmuş kalpler
tamamlanmıştı…kimbilir daha kimler bu aşkı yaşıcaktı? …