ygafmin tarafından 22 Eylül 2012 tarihinde Öykü kategorisine eklendi.
Yazıyı okuyan kişi sayısı 55 ve yorum yapan kişi sayısı Yorum Yapılmadı.
Mumcu Sabit Efendi,
atadan gördüğü mesleği dükkânında devam ettiriyordu.
Akşam olunca her zamanki gibi dükkânını kapayıp evine doğru yollandı. Dedesi mum kralı idi. Babası kendisinden daha zengindi. Sabit efendi ise şimdi fakir. Çünkü elektrik, havagazı, petrol kullanımı arttıkça Sabit Efendi’nin mum satışları azaldıkça azaldı.
Sabit efendi dükkândan çıktıktan sonra farelerin dükkândaki cümbüşü başladı. Fareler bir yandan oynaşmaya diğer yandan mumları kemirmeye devam ettiler. Bekçi Sarman gelince çil yavrusu gibi dağılmak zorunda kaldılar.
Bunların içinden genç bir fare komşu duvarını aşarak yürüdü, yürüdü nihayet elektrik dairesine girdi . Her taraf kablolarla doluydu. Başladı kemirmeye. Kemirdikçe hoşuna gitti, hoşuna gittikçe daha çok kemirdi. Birden bire Beyazıt’tan Fatih’e kadar her yerin elektriği kesildi. Bir Ramazan gecesiydi. Herkes “mum, mum! diyerek sokağa fırladı. Mum bir anda büyük bir çölde bir bardak su gibi kıymetlendi. Sabit efendiyi evinden çağırdılar. Dükkanının önünde uzun kuyruklar oluştu. Dükkânda on senedir satılmayan mumlar, yarım saatte tükendi. Sabit efendinin keyifine diyecek yoktu. “Garip kuşun yuvasını Allah yapar.” diye söylendi ve akşam üstü dükkânı kaparken unuttuğu fare kapanını kurdu, kepenkleri indirip gitti.
Sabahleyin, dükkanı açtığında o genç fareyi, ağazında kablo ve kauçuk kırıntıları dolu olarak kapana yakalanmış buldu. “Bir düşmandan kurtuldum.” diye sevindi.
Kıssadan hisse:
Şu dünyada nice insan tanırım ki, bu mumcunun faresi gibidir.
Sadri Ertem