ygafmin tarafından 17 Ekim 2016 tarihinde Şiirler kategorisine eklendi.
Yazıyı okuyan kişi sayısı 69 ve yorum yapan kişi sayısı Yorum Yapılmadı.
UKDELA
sen, aniden yola fırlayan bir çocuktun
gittin, olaysız bir şekilde dağıldı içim
ne çığlık çığlığa göçen gözlerin
ne aşkı cinnet gibi geçiren şiirlerim
unutma, öldürdüğün kadar ölürsün
işte, devamsızlıktan sınıfta kaldın
şimdi ne yelkenleri fora gülüşlerin
ne uçurum gamzelerinde busem
karaya vurmuş bir intihar gibi
sen, yüz karası vefa denizinin
yeminler meclisi değilmiş evin
kötü halden beraat ettin
yaşayan leşlerin kundağında
hayırlı uğurlu olsun yeni yerin
ölürsem kalbimi sana bağışlasınlar
bir taşla nereye dek yaşanır ki
Bilal Yavuz
ÇAĞIL
zaman harcadı ömrümüzü
asılsız bir ihbar gibiyiz şimdi
gülmek için mutluluğu beklerdik
gülmeyi öğrenmeden bittik
bir mezar taşımız bile olmadı
oysa aşk göğüsler kalbimizi
baktığın yer, kokladığın can
leblerime kalan tek tesellim
işte ben böyle veremim
yokluğunun gözlerinden öperim
ölsek de, ölemiyoruz bizi
güle güleydik berzahtan cihana
yeni şey değildi yaşamak
rahman için sevenler birbirini
zayi olmaz idam kasırgasıyla
vakit süpürse de izlerimizi
ölsek de, ölemiyoruz bizi
Bilal Yavuz
MEVT
bir kez içeriyi dağıtıp gidenlerin
bir ömür ardını toplar kalanlar
bazı sözler öyle derin ki
asırlar alır vurması kıyıya
kuşların göklerde resmettiği buğun
ağlayınca nasıl da sokak çocukları
nasıl da tutuşuruz birbirimize
dallanıp budaklanırken ellerimiz
biz yükseldikçe kök salar en dibe
iki oda bir salon sessizliğimiz
atmosferim, soluduğum kadar benim
bıraktığım kadar senindim
saat, içimi yokluğun geçiyor şimdi
yaşamak, donarak bizi yitirdi
hevesten hevese çürüyen için
içimde feci şekilde can verdi
Bilal Yavuz
POTKAL
seni sussam, beni dinlesen
mekanı cennet olsa aşkımızın
sarıldık mı su gibi aziz olsak
kent durulsa, biz hiç dinmesek
oysa en gazel yanımdı gözlerin
meçhul gidişlerimin faili eylül
hiç güleceğim yoktu uzaklığına
gereği düşünülmedi kalbimizin
‘için neden bu denli derin’ derdin
seni daha büyük gömebilmek için
şimdi o kadar içimdesin ki
dışarı çıkıp göresim yok bizi
altımızdan buz gibi kayınca terkin
ne bir ceset gibi sallanan yüreğim
ne ruhunda zerre kadar kalan şey
al mektubunu, hayatımı geri ver hadi
Bilal Yavuz
AHRAZ
yokluğuna bitiyorum sevgili
gözlerin içimin boy aynası
çocukluğum bile yaşlandı
seke seke terkederken beni
unutsam da, özlüyorum seni
şafağına çektiğim umutlar
şakağıma biriken kesiklerdi
yaraydık, kabuk tutmuştuk bizi
gözyaşlarından görünmüyoruz şimdi
kesik bir baş gibi yuvarlandı aşk
hayırsız bir evlattı yaşanan
neden hep gelişine vurur hicran
ömrüm, şimdi nasıl sığar hayata
meğer altında ıslanmak isterken
ne çok değmeyen varmış hayatta
kucaklayıp herkesten sakınacakken
savrulup çamur olan
ki hayat, ömrüme diz çökecek bir gün
insan her gün kopar mı aynı kıyameti
sen, takılıp düştüğüm gökyüzüm
yeryüzüne nasıl sığdırdın bizi
aramakla verdiğin son nefesi
çürüdü ömrümün akciğerleri
yine bastırdı yalnızlığın mahşeri
unutsam da, özlüyorum seni
Bilal Yavuz
İNTİZAR
insan bir kez kaybeder onurunu
‘satılan mal geri alınmaz’ çünkü
hep yükseklerdeyse gözlerin
alçaklığından yüreğinin
eyvallah, pahabiçilemezdin
çünkü beş kuruş etmezdin
sustuklarımı bilseydin
dudaklarını telörgüyle dikerdin
nedir kavuşmak dediğin
terkedilmişken yataklara
yorganlar dönüşmüşken yaraya
sen, aşkın hakkını vermedin
ki aşk, öyle kör bir belde ki
tersinden yakan çoktur cigarasını
ve ansızın süzülen bir söz yaşı
yalancı baharlara aldanan için
bilinçsiz tüketen bir kanser hücresi
gibi yuttukça yuttuk cinayetini
işte bir hayal daha kursakta kaldı
ve bir hayatın daha sonuna geldik
oysa , bir çift yürektik martıların sırtında
sen martıyı sırtından vuruncaya dek
meğer közünde varmış firariliğin
sevim, haram olsun sevgisizgilim
Bilal Yavuz
KALENDER (NAAT)
seni bütün dillerde anmalıydık
adını hıçkırınca bir yetim gül
ruhumuzun direği sızlamalıydı
ki kuşlar, bizi göç gibi duymalıydı
çiçeklerin cânını koklardın
sadrında evrenin kalbini dinlerdin
kıyafetle biçilmezdi tevâzûn
tevâzûna göreydi esvâbın
sadeliğindeydi en azim görkem
ünvanların makbertaşında dahi
konuştuğu bir miad potasında
önümüzü göremezken ışıktan
seni, ey ibrahim duası, seni
doğal bir şeydi artık: anlayamamak
oysa sen varken yâ sevgili
kardeş soymaz kardeşi, giyerdi
seni bütün yaralarda hissetmeliydik
hilmin, fetânetin dolmalıydık
ismetin, risaletin kokmalıydık
yâdına halel getirmemeliydik
heyhat ki, emaneti koruyamadık
Şair Bilal Yavuz şiirleri
VETO
şiir demledim, ısınsın içimiz
bir ilham yak ‘hard’ günlerin üstüne
ruhundan habersiz ruh çağıran
cesedi yetmezmiş gibi kürk giyen
anlamaz ferşi taca atan dervişten
neyin içine bak, ney içine baksın
ney gibi büküldükçe çıkmazsın
ey halkım, ihracatıyla artığının
ne silahlar üretilirdi bilsen
ki şimdi geçirmezdik panik atak
ötürü moskoftan, haçlıdan, yahudiden
cânı yumuşakça çekilen baharın
başını taştan taşa vuran nehrinin
uçurumdan atlarken ki nezaketi
kıvranmayan açmaz esrârı güllerin
neyin ifadesidir NATO için
‘kimyasal yoksa çocuklar ölebilir’
Bilal Yavuz
YAŞAMA ODASI
gösteri bitti, dağılalım, oysa kavlamaz
çırpındıkça içine çekildiğimiz sevi
en heyecanlı yerinde gelirken ışıklar
oysa yaranın bile kabuğunda vitamin
ve her şeyde yürekçesine çarpan o çağrı
‘haydi ahret yolcusu kalmasın’
bu da kainatın Hipokrat yemini
demirleri ısırarak hayatta kalan
bir maden işçisi kadar fütursuz
ironik davetiyesi ölüm ağabeyin
karla karışık yağan şeyler gibi ve benzeri
inadına ağzından yaşam fışkıran koçlar
seyfullahtan başkasına boyun eğmezken
bu yüzden çelişki addedilen intizam
bu yüzden, göze göz, kısasta hayat var
ne çok patron var, çizmelerden batak
alemin katre-i matemi dünyada
çıvlayan alaşımlar, hozalan iltimas
haylanmaz tüneyişler, raptedilmez fokuslar
belki duyduğumuzdan öte ‘biraz sessizlik’
belki sandığımızdan daha beride sesler
duvarların yüzünde ‘önce iş güvenliği’
erkek olursa Soma, kız olursa Somali
inan hiçbir şey bildiğimiz gibi değildi
İĞFAL
biraz da uçurtmalar uçursa elimizi
uçurumlar kendini sarkıtsa üstümüze
kaleciler yatırsa ters köşeye forveti
uzaktan atılan üçlük beşliği hak etse
hep dersini alan fekat hiç sınıfı geçmeyen
nayır, nolamaz çağının tilkileri
aslanı devirme hayalinden vazgeçse
bizde ‘eller yukarı’ dua için olsaydı
şerif cemaatten önce camiye varsaydı
binalar kubbelense, Redkid takke taksaydı
imamdan animasyon karakteri çıksaydı
hiç değilse Türkiye cennete dönerdi
görüyoruz mamafih ikna olamıyoruz
ve ciğeri kapıyor eleştirmen kediler
kendi ruhuna dahi yorumsuz yorumcular
köşe kapmaca oynuyor ikbal üzerine
asıl karambol tahtımızın rahat gelmesi
hakemi aldatmaya yönelik harekat
gözleri beynine dönmüş mantık evlileri
kalbini bağışlasa müşterisi çıkmazlar
gel vatandaş hepsi bu piyasada
HOZAN
ölünmüyor yaşanmadan ölüm dahi
böylesine kudururken yaşarmak
aşkla örülmüş çocukların genzinde
eprimiyor, kanırmıyor, ırgalanmıyorsa
tekeller, diasporalar, faiz lobileri
mutluluğun özlediği şayan yüreklerde
nesli tükenmekteyse umut çiçeğinin
kardeşim, günümüz gelmiş demektir
bombe verip düşlere, ırgatlaşarak
şahadetten pıhtılanmış bu vatanı
yeniden hükümdar kılmak hüküm sürenlere
bize miras kalan tek vasiyettir
insanlık, engin caddelere sığmazken
dar sokaklarda refah içinde koşarken
bir nefhaya bakarken domino taşları
Kanuni’nin yüreği Zigetvar’da atarken
belki de sanıldığı kadar zor değildir
kıyamete hazırlanan cihancığı
daha karizma çöküş için yapılanan
gökdelenleri, savaş cihazlarını
Hakk’a boyun eğdirmeden, ölmeyeceğiz!
Bilal Yavuz
RİCA
metal bulutlardan yağan fosfor öcüleri
yavrusunu kanıyla emziren anneler
bültenlere çıkmadan hatırlanmayan ihvan
birbirine taciz ateşi açan komşular
gülbanksız caddelerde küfrün marşları
insan içine çıkamayışımızdan
bu kadar çok araba / bu denli gür
kriptolu evlerin kozmik odalarında
geleceğe üflenen trajikomik masallar:
dışarının röntgenci gerçeğine
tepeden bakan selvi boylu robotlara
katilden çok yatmayan fesatçılara
asosyallikten devleşen sosyal medyaya
yaşlanan toplu mezarlara aldırmadan
son kullanma tarihi gibi geçen bu müddet
lahdi alkol gibi unutturan bu jön devinim
bu takipsizlik kararı refleks vicdanların
bu havuz medyası doğallaşan günahların
servis etmeden önce bizi çatacak güne
‘keşke biraz ölmesek’ / Rabbim biraz miras
Azıcık hidayete getiren şiir lütfen
ATEŞ BÖCEĞİ
bu dünya bir bant kaydıdır sayın abone
eksik çevrildiysen lütfen tekrar dene
şu kuru ekmeklerimiz bile
beyzadeler ardından ağlarken
Leyla, bizim mahallenin ne haddine
Hakk’tan Hakk olduğu için korkmayan
seni sen olduğun için sever mi
başlamadan emekliye ayrılsak
faizden uzak durabiliriz belki
zamanın barbileri pek tefeci
zamanın barbileri, zamanın
yalancı baharların körpesi
cehennem kucaklarda; bir günlük kelebek
acıktı mı evladını yiyen annedir
hazımsızsa anne çiğner, iyileşir
şuna da benzer; ateşle dansı seven
azim bir hadis-i şerife rağmen
-hani bizlik bi durum yok amaa! etekleri
ayağımıza dolanmasa iyiydi
ÇIVGIN
sıhhate bakmaya gittik, yerinde yoktu
dumandan bir kement attık keder üstüne
fazla kiloluyduk, kaldıramadı bizi
uğruna bülbüllerin solduğu: solmayan gül
acep bir yer verir mi bizim gibi dikene
hu hu, kimse yok mu, elma dersem çıkma
hani sözünden çıkmaz ya toprağın çiğde
ne afet! tanımadığının seni sevmesi
karşılıksız çıkan bir açık çek değilse
düştü mü ilk çifteyi hayran basar idole
müminin mümine duası böyle mi
onca sağanağın hatırı var üzerimizde
belki kısa makbul hastanın da ziyareti
morgdan misafir odasına dünyanın
meğer insan da muhtaç yeniden doğmaya
ya Rabbi ne aziz ikramın şu tövbe
odam gibi darmadağın bir şiir yine
URAĞAN
uçarı göverişler, nobran taşralar
arklarda, erklerin canhıraş sayhası
uyruklarda domuran devinimi nisyanın
belgin kanıtlarıdır yargıcı infazların
hunharca ayıranlar buğdayı başağından
kellesi gövdesine ağır aymazlara
tabi ki cezayı kesecektir
çünkü urgan, çopur derbentlerinde tarihin
değer kaybetmeyen tek birimdir
mihrabsız mihraklar, kekre mihverlerin yağı
göynüyen saçlarını parlatan kalay
-herkeslerin, herkeslerin, herkesler
kendi kürsülerini çifteleyen-
ölüm triplerine giren konfor piçleri
ednadır sarih gazı çekenden
oysa iğfali ifşaydı hannasların
ayandı düğümlere üfleyen kadın
gerilmiş tüylerin ürperten dürtüsünde
doru ışklar zamanıdır muskalarda
ardakların dahi potkal armonisine
kulak vermektir rahmetin sırtlanışı
rağmen bodur fassallar, bukağılar
utkular; budandıkça çoğalacaktır
Bilal Yavuz Şiirleri
DEKADANS
çarmıhları çarmıha germeliyiz kardeşim
yürek tokluğuna hösnüyen güdümleri
gömmeliyiz çanına ve tel örgüleri
zambaklar açmalı çağlayan çavlanlarla
dölekçe kıvrılmalı kavkılar kahralarda
savlet, mukarrer akıbetiyken sırtımızın
sözün dizini kırıp ıhtırtamayız
oysa ayarlıydı saatler mayınlarda
gümlemek istiyordu ağlama duvarları
gövdeleri sıkan sığ tesettürler bir dem
yapışmaz mıydı terli boğazlara
demez miydi –neden şerre harcadın bizi!
hesabın sormaz mıydı rüküş modelden ati
maktül istikbalin katil ninelerinden
kurşunları kurşunlamalıyız kardeşim
idam mangaları berkitemez bendini
öyle bir reform kaynatmalıyız ki
fıtratına dönmeli normlar hiyerarşisi
kimyamız öyle bir füzyona uğramalı ki
gümraheksperler daha bir özünden geçmeli
kağşayan harmanlar, artık püskürtülmeli
Bilal Yavuz
UKDELA
pencere kenarımızdan sızan soğuktun
sımsıcak bir buzul çağıydı adın
asırlardır yokluğuna aşındık
bu yüzden hüzzam bir harita çehre
restore sütunlarda harabedir define
tenhayız, uğrar çoğaltırsın diye
bir hayat ki sessizliğinden örülme
fışkırır elpençe divan harflerimizden
ne Kudüs kaldık, ne Bağdat, ne Kahire
sıra İstanbul’dadır, Amed, Medine, Mekke
boynumuzda Tahran, Beyrut hançeri
yine de fidanlar ekeceğiz tanklara
güller açacak telörgülerimizde
kışınla göğerecek örselenen yanlarımız
kana rağmen bu fütursuz simetri
kanırtılmaz, edilemez deforme
öyle bir yankı ‘olcaz ki!’ acunda
‘kalmıycak!’ ulaşmadığımız Tur
çünkü yakamızda ‘Sabah Yıldızı’
yükseldikçe fevke, kök ‘salıcaz!’ derine
çünkü heyelanlar bize ancak
‘sen benim ifadem ve hızımsın’ kamçısıydı
ÇAĞIL
yün çiğneyen, keçeyle güreşen efelerin
nasır tutmuş düşlerini bilirim
iffetini kilimlerle dokuyan kızların
bükülen beli, tutulan dizidir yerim
ben hasret, hasret oğlu hasretim
anadolunun bağrına çöreklenen
cihanın en ilahi ittihadının
hayaliyle kadim ocaklardan tüten
naylon toplayan sabiler benimle
sökecek sadrından sahte yürekleri
mezopotamyadan tuna boylarına
orhun vadisinden kızıldenize ezgim
dinmeyecek kıyamete değin
ben hasret, hasret oğlu hasretim
yaprağın ezilirken bestelediği
nesli tükenmeden mücahidlerin
kerbelada doğdum, ayasofyada öleceğim
BUMERANG
taşlar, saf tuttukça duvar tufana
taşlar, şahitti nemrutlara, karunlara
taşlar vardı, içinden ırmaklar geçen
taşlar vardı, Allah havfından düşen
beton dahi yazları ısınırken
taşlara hakaretti bir gaddar kalbi
arştan bir ihtar gibi arza düşen
camilerden şehadet parmağı gibi kalkan
mübarek karınlara bağlanan
o saat çattı mı dile gelecek olan
taşlar, döndürecek fabrika ayarımıza
gerilince ebabil kanatları azmin
deccal mancınıklardan kıyamet kusan
taşlarınız, dolaşıp bulacak sizi
OTOBİYOGRAFİ
ben, evi taşlanan, kepengi indirilen
iflas ettirilen babaların evlâdı
aranmayan, sorulmayan, fişlenen, dışlanan
seçim sezonu kapısı durulmayan
doğuda hain, batıda hor görülen
okumaya gitti mi gurbet ellere
kimliğini çekinerek açığa vuran
kavmini söyledi mi yüzler buruşturan
cemaatte kaldı mı köle bilinen
minnetle burs verilen, ben, müslüman kürt
uzman faşistlerce kökeni yok sayılan
benden kebir hasmı bulamazken PKK
terör örgütlerinden mesul tutulan
ben,doğmadankaybeden,ölmeden kazanan
dünyası dar geldikçe, ahreti enginleşen
sabreden, sabreden, sabreden, sabreden
DEKLARASYON
uzaylıya duyduğu ilgi kadar NASA
umursamaz mazlum dünyalıları
ne petrole duyduğu güven kadar OPEC
ne marshall, ne molotof! Allahın planı!
fenne feda etmez insanlığı
kahkaha koparan diplomasilerden mi
beklenir evrensel çözüm süreci
tükürün o halde Akif ağzıyla
batının barış adlı savaşına
tükürün kapalı kapılar ardında
kahpelerin kanlı açılımına
baronlar! meydana çıktı ağababanız!
asit kuyularıyla edilmez örtbas
ve siz, gezi parkında yaşayan toplu mezar!
devrilin! milletten ‘kadife’ yumrukla
#dahaçokişimizvar!
ÇINGI
gelinliği kefen olan bacıların
gökkuşağını bağlar erkekkardeşler
gözyaşının soğukkanlı üslubu
yangınkopan yüzler için bir şeydi
kollarıyla burnunu silen yetimleri
sarinleriyle yaşamdan silenleri
cehennemle silecektir Rableri
O ne güzel ne hijyenik silendi
ya kömürün kiri sil sil biter mi
cihan haritasında dahi avrupa
afrikaya uzanan bir vahşiydi
adalet baştan kaybetse de indinde
çekişmeli sakız satan yavruların
ümit vardı hâlâ bizim için
çünkü ümitvardı
DEMBESTE
bir kez içeriyi dağıtıp gidenlerin
bir ömür ardını toplar kalanlar
bazı sözler öyle derin ki
asırlar alır vurması kıyıya
şimdi satırlardan sadırlara
saflığın saati doldu sayfalarda
hayatım donarak beni yitirdi
felç hislerin buzul sokağında
yaşama özürlüler kuşatmış kenti
sana hicret ediyorum yar
ey muhacir yüreğime candan ensar
gel ki / soyu tükendi bülbüllerin
Bilal Yavuz
ŞEYTAN ‘TAŞLAMA’
harfleri ciklet gibi patlatıp duran
lafbazdan sorulur sözün israfı
affetmez ne tarih ne hakikat
içinin leşini havalandırmasıdır
tüm yaptığı bir lügat cambazının
kul hakkı, okurdan çaldığı zaman
açken yutulan, kusulan tokken
bu her yerde kavşak tutmuş yavşaklardan
dolayı çokça dertli çokça efkar
dokunsan ağlayacak bulutlar
ancak veremden gidecek yedi iklim
sırtından vurulmadan yıkılmaz surlar
GÖRÜR GİBİ İBADET
bir bankta iki yabancıyız şimdi
yaprağın ezilirken bestelediği
huşumuzu dinlemeli kainat
onu dinlediğimiz yetmedi mi
dicle bir yankıdır gezer surlarda
burçların bizi duyma zamanı geldi
her şeyi yaratmayan ama her şeyi
bir tek şey yaradamaz sevgili
hayırlıdır yarattığı şer dahi
meleklere fark atmamız için
razı olmaz aşığının zayiliğine
durma O’na bakalım, tut ellerimi
Bilal Yavuz
qÖR
hakikate gözünü yumdun diye sen
güneş istifa etmez güneşliğinden
yine tozdu fikirler dava nurunda
âşıklar ölüp ölüp dirilir aşkta
budur cehennemin cenneti fezada
cihan mağarasında yarasa kalan
müstahaktır yokluğun varlığına
güneşe arkanı döndün diye hey
sabahlar usanmaz leyâli boğmaktan
TETANOZ
iki ayna, karşılaşınca bir yolda
birden, belirir içiçe uçurumlar
kaldırmaz bu adrenalini, dünya
ne ihtiyar, bir müminin yanında
başkasını kendine tercih etmek
tanımsız, bir cisimdir robotlara
yaz kızım, gereği düşünüldü
-karanlıkta paslı çivi yutmaktan
feci şekilde can veren insanlık
kürek cezasına mahkum edildi
kendi mezarını kendi kazmaca-
bir tek aynalara işlemez kara
şems geldi mi, ilk günkü tadında
Bilal Yavuz