ygafmin tarafından 5 Eylül 2012 tarihinde Kıssalar kategorisine eklendi.
Yazıyı okuyan kişi sayısı 88 ve yorum yapan kişi sayısı Yorum Yapılmadı.
Kehf sûresinde anlatılan kıssalar birbirleriyle irtibatlı mıdır? Bu kıssaların günümüze bakan yönleri nelerdir?
Kehf sûresinde anlatılan kıssalar birbirleriyle irtibatlı mıdır? Bu kıssaların günümüze bakan yönleri nelerdir?
Kehf sûresinde ana başlıklar altında anlatılan üç vak’a var: Bunlar sırasıyla Ashab-ı Kehf, Hz. Musa ile Yuşa b. Nûn’un seyahati ve Hz. Musa’nın Hızır’la yolculuğu, sonra Zülkarneyn ve buna bağlı olarak da Ye’cüc ve Me’cüc meselesi… Biz önce bu dört hususu kısaca özetleyelim. Ardından da aralarındaki bağlantıyı ve bu kıssaların günümüze bakan yönlerini arz etmeye çalışalım.
Ashab-ı Kehf
Ashab-ı Kehf, Allah inancından uzaklaşıp putperestliğe saplanan toplumu terk ederek yaşadıkları şehirden ayrılıp bir mağaraya sığınan, halleriyle insanlara ahiret inancı ve ölümden sonra dirilme hususunda ibret olan yarım düzine genç mümindir. Sayıları kesin olmamakla beraber, Kur’ân’ın onlardan bahsederken ‘fityetün’ deyip cem-i kıllet siğasıyla zikretmesinden bunların sayısının on rakamından az olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü cem-i kılletin son hududu dokuzdur.
Bu gençler, şerir bir idareye karşı fiilen mukavemet edemediklerinden dinî hayatlarını yaşayabilmek için saray hayatını terk ve mağarada yaşamayı tercih ederek bir mağaraya çekilmişlerdir. Bu zatlar orada, ilâhî bir rahmet eseri olarak uzun süre bir uykuya dalmışlar, Romalılar da mağaranın ağzını kapatarak onların bir daha kurtulmamaları için onları mağaraya mahkûm etmişlerdi. Onların uyanıp sonra da ölmelerine şahit olan o dönemin idarecileri de mağaranın kıyısına bir mescit yapmışlardı ki, daha sonra burası herkes için bir ziyaretgâh haline gelmişti. (Bkz: Kehf, 18/9-26)
Hz. Musa ve Yuşa b. Nûn’un Seyahati
Hz. Musa, uzun bir seyahate çıkar. Yanına, o gün için henüz genç yaşta olan Yuşa b. Nûn’u da alır. (Her iki hâdisede de fetâ (genç) vardır.) Hz. Musa, zâhirî ilimden sonra bâtınî ilmi de araştırmak üzere yanındaki fetâsıyla bir sahili takip edip gider. Yolculuk esnasında bir kayanın dibinde biraz istirahat ederken tam o esnada yanlarında taşıdıkları zembilin içindeki ölü balık canlanır ve denize dalıverir. Ancak bu hâdiseyi gören Yuşa b. Nûn’dur. Biraz daha yürürler. Hz. Musa, ona kahve altını getirmesini söyleyince Yuşa, olan hâdiseyi hatırlar ve durumu Hz. Musa’ya bildirir. Aslında Hızır’la buluşulacak yer, ölü balığın hayat bulduğu yerdir. Hemen geriye dönerler. Orada Hızır’la buluşurlar. Daha sonra herkesin malumu olan seyahat başlar. Hızır’ın gemiyi delmesi, bir çocuğu öldürmesi ve yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı tamir etmesi bu macerada karşılaşılan hâdiselerdir. Ancak Hz. Musa ona soru sormamaya baştan razı olmasına rağmen her defasında, yapılan işin hikmetini sorar ve üçüncü soruda da Hızır’la yolları ayrılır. (Bkz: Kehf, 18/60-82)
Zülkarneyn-Ye’cüc ve Me’cüc
İki boynuzlu, iki yönlü veya iki buudlu insan mânâsına gelen Zülkarneyn, peygamber olup olmadığı şüpheli zevattandır. Ancak zâhir ve bâtın ilimlerini cem eden bir insan olduğu kesindir. (Bu vak’aların üçünde de zâhir ve bâtın meselesi iç içedir.) Zülkarneyn, cihanın şarkına ve garbına seyahat yapar. Önce Bahr-i Muhit’e daha sonra da meşrık tarafına gider. Orada üzerlerinde elbise dahi olmayan bir toplulukla karşılaşır. Yolculuğuna devam eder ve iki sed arasına ulaşır. Burada dillerini anlamadığı bir cemaat ona Ye’cüc ve Me’cüc anarşisinden bahseder ve ne pahasına olursa olsun onlarla kendi aralarına bir sed yapması teklifinde bulunurlar. O da ücreti reddetmekle beraber sed yapmayı kabul eder ve iki tepe arasına demir ve kaynamış bakır halitasından bir sed yapar. Orada bulunanlar da kendisine işçilikte yardım ederler.
Ye’cüc-Me’cüc hâdisesi, çok geniş alanlı bir herc ü merci sembolize eden hâdisedir. O gün Zülkarneyn’in yaptığı sed, onların etrafı istilasına mani olmak içindir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın tayin ettiği vakit geldiğinde bu sed yıkılacak ve her tarafı Ye’cüc-Me’cüc istila edecektir. (Bkz: Kehf, 18/83-98)
Kehf sûresinde anlatılan bu hâdiselerin hemen hepsi vüzuhu içinde hafî gibidir. Bir bakıma topyekün beşerin serencâmesinin yine beşerin enzârına arz edilmesi itibarıyla vak’aların kahramanları adeta belirsizleştirilmiş, ifadeler fizikî mülahazalar çerçevesinde ele alınsa da metafizik edalıdır. Değişik renklerle vak’aya/vak’alara öyle bir ton verilmiştir ki, kahramanlar birer sırlı ve sihirli varlık görünümü arz etmektedir. İfadeler onları hep buğulu gösterir. İnsan, onları seyrederken tayin ve teşhislerinde zorlanır. Zannediyorum bu tür konularda esas olan da budur. Çünkü anlatılanlar, bütün bir insanlığın macerasıdır. Şu kadar ki, Kur’ân’ın anlattığı vak’alar, bizim senaryolarımız gibi hayâlî değildir; onlar, hakikatin ta kendisidir. Bu vak’aları, peygamberler ve salih insanların şahsında sahnelendiren Hz. Allah (celle celâluhu), Kelam-ı Kadim’i ile de ibret alınması maksadıyla, aynı hakikat olarak Peygamberi’ne bildirmiş, anlatmış ve yaşanan o hâdiseleri ölümsüz birer ifade haline getirmiştir. Şimdi bize de, onlardan alınacak hisseyi almak düşmektedir.
Haklarında bu kadarcık dahi olsa malumat verdikten sonra bu hâdiseleri gelecek haftalarda az dahi olsa sırasıyla açmaya çalışalım.